23 Ocak 2009 Cuma

PREMATURE

teorik olarak anlatması ne kadar kolay: "36 haftadan önce doğmuş, düşük doğum ağırlıklı bebeklere verilen ad"oysa pratikte herbiri birbirinden farklı bilmem kaç yüzbin hikaye... üstelik erken doğurmak için illa sigara içmek, yüksek tansiyon hastası olmak, ya da şekerinizin olması da gerekmiyor. bazen hiç bir riskiniz yokken birdenbire kanamanız başlıyor ve kendinizi hastanede doğuma girerken buluveriyorsunuz. gebelik süresinin (40 hafta) yarısını geçeli çok olmamışken bu doğum da ne demek şimdi diye düşünüyorsunuz. ameliyattan ( bebeğin ağırlığı çok küçük olduğundan normal doğum yerine sezeyan tercih ediliyor genellikle) çıkınca sorduğunuz soru "yaşıyor mu" oluyor. "yaşıyor" diye cevapladıklarında inanmıyorsunuz. bu kadar erken doğan bebek nasıl yaşayacak! yeni doğan yoğun bakıma gitmek için odanızdan çıktığınızda diğer kapılarda asılı duran mavi veya pembe süsleri gördüğünüzde ilk şoku yaşıyorsunuz doğum sonrası. yoğun bakım odasına girdiğinizde her biri küvöz içinde orasına burasına kablolar, serumlar bağlı irili ufaklı bebekler görüyosunuz. "sizinki burada" diye gösterilen küvöze doğru ilerliyorsunuz. küçücük bir et parçası sanki. etrafı siyah tüylerle bezeli. gözlerini kapatmışlar fototerapiden rahatsız olmasın diye. ağzından bir boru giriyor, burnundan ayrı bir boru. göbeğini kesmişler başka bir boru sokmak için. ayağına kırmızı ışıklı bir kablo bağlamışlar. bütün o kablolar bebeğinizin tam olarak neye benzediğini algılamanızı zorlaştırıyor. ama ilk düşünceniz kedi yavrusuna benziyor olduğu. bebeğinizi orda bırakıp eve geliyorsunuz. internette bakıyorsunuz neymiş bu prematurelik diye. bebeğinizin başına gelebilecek hastalıklar sıralanmış her bir sitede. bu kadar çok olmasına şaşırıyorsunuz. üstelik gruplandırmışlar prematüreliği doğum haftasına ve kilosuna göre. sizin bebeğiniz en riskli gruba giriyor. doktorla konuşayım diyorsunuz. size cevabı "herşeye hazırlıklı olun" oluyor. hergün hastaneye gidiyorsunuz sağdığınız sütle birlikte. sağdığınız günlük süt miktarı 600 ml civarı iken, bebeğinize sadece 2-3 ml'sini veriyorsunuz, midesine inen borunun ucundan şırınga ile. bu arada etrafta ne kadar çok hamile kadın olduğuna şaşırıyorsunuz, ve her birini gördüğünüzde sinirleriniz altüst oluyor. kendinize sürekli "ben neden taşıyamadım bebeğimi, neden hala karnımda değil" diye soruyorsunuz ama cevabı bulamıyorsunuz. çocuğunuzu ne kadar göreceğinize başkaları karar veriyor. "annesi yeter, artık sizi dışarı alalım" cümlesini duymaktan nefret ediyorsunuz. sonra çocuğunuzun adını bile şimdiye kadar duymadığınız hastalığını öğreniyorsunuz. diğer anneler bebeğini kucağına alıp gezdirirken, siz ancak bebeğinizin bulunduğu küvözün yanında tomografi çektirmeye gidebiliyorsunuz. sonra gözleriniz 2-3 yaşlarındaki çocuklara takılıyor. kendi çocuğunuz acaba böyle oyun oynayabilecek mi merak ediyorsunuz. bebeğinizin hastalığını duyanlar size "allah hayırlısını versin" diyorlar. siz öylece bakıyorsunuz yüzlerine ne demek istediklerini anlamamazlıktan gelerek. doktorlara danışıyorsunuz, hastalığı ile ilgili; size "vazgeçin bu bebekten" diyorlar. " başka bebekleriniz de olur." vazgeçmiyorsunuz, savaşıyorsunuz. 5 enfeksiyon ve 5 ameliyattan sonra, hastanede geçirilen 134 günün ardından kucağınıza alıyorsunuz 26 haftalık ve 920 gr doğan prematüre oğlunuzu, sizi nasıl bir geleceğin beklediğini bilmeden.

2 yorum:

ersin dedi ki...

inançtan uzun zaman haber alamamıştık ama resimlerini görünce inancın herşeyi aştığını gördüm prematüre ali candaşın babası olarak blogunuza girdim okudum bizim yaşadğımız tüm duyguları yaşamışsınız tabii tüm diğer prematüre anne babalarının yaşadığı duygularda öle. bizler sadece yaşıyoruz ve unutuyoruz geçmişi sizde de öle olacak. herşey gelip geçiyor fark ise bizimkiler delip geçiyor o kadar inançın daha bol resmini ve güzel haberlerini bekliyoruz 25 hafat 680 gr doğan şuan daha 2 gün önce 2 yaşını bitiren ali candaşın babası ersin

prematureannesi dedi ki...

grubu haberdar edemedim gelişmelerden, haklısınız. Hastane günlerimiz öyle zor geçti ki. Eve çıktıktan sonra bir süre daha kendimize gelemedik. Sanki her an yeni bir şey çıkacak ve biz tekrar hastanenin yolunu tutacakmışız gibi... Bu yüzden dilim varmadı İnanç iyi ve artık evdeyiz demeye... Umarım birgün biz de unuturuz bu günleri...
Selamlar...