30 Ocak 2009 Cuma

ANNE OLMAK

Hastanede kaldığın 134 gün boyunca çeşit çeşit anne ile tanıştım. Her birinde sorguladım kendimi, acaba ben onun yerinde olsam ne yapardım diye...

Kahramanmaraş'ta kaldığın dönemdeydi. Hastalığını yeni öğrenmiştik. Babamların tanıdığı bir çocuk doktoru ile konuşmuştuk konuyu. Bize senden vazgeçmemizi, uğraşmamamızı söylemişti. Moralimiz bozuk bir şekilde hastanenin yolunu tuttuk. Doktoruna koridorda rastladık, malum görüşmeyi konuşuyorduk. O sırada yandaki odada küçük bir çocuk ağlıyor, annesi de sakinleştirmeye çalışıyor ve doktoru bekliyorlardı. Yanlış hatırlamıyorsam bebeğin ateşi vardı ve doktor iğne yapacaktı, ya da kan alacaktı, tam net hatırlayamıyorum. Ama basit bir işlem için beklediklerinden eminim. Aradan 5 dak geçti, bir baktık anne de ağlamaya başladı, çocuğunun ağlamasına dayanamadığı için... Doktora "ateşi düştü yapmasanız olmaz mı" diyordu bir yandan ağlarken. Doktor "hayır bekleyin" dedi, döndü bana baktı. Gülümsedim acı acı hem doktora hem anneye. İçimde kabaran öfke ile o an için kadını gidip kollarından tutup sarsmak ve sen ne için ağladığının farkında mısın, bizim neler çektiğimizi biliyor musun demek geldi. Tuttum kendimi...

Eylül ayının başıydı. Sol yanındaki küvözde Elbistanlı fakir bir ailenin erken doğan 4. çocuğu kalıyordu, down sendromlu. Aileyi hiç görmedik. Sağ yanındaki küvöze ise Antakyalı bir aileninin 26 haftalık doğan oğlu geldi. 16 yıllık evli çiftin 6. tüp bebek denemesi başarılı olmuş, ikiz erkek bebeklerini beklerken erken doğum yapmıştı anne Adana'da. Doğum olduktan sonra yoğun bakımda yerimiz yok demiş hastane, kalacak yer bulun çocuklarınıza. Çevre illeri araştırmışlar; Antakya'da zaten yeni doğan yoğun bakım yokmuş, Adana'da, Mersin'de, Konya'da, Ankara'da yer bulamamışlar, kaldığın Özel Megapark Hastanesi çare olmuş onlara. Bebekler gelirken maalesef biri dayanamamış yolculuğa, ciğerleri parçalanmış ve kaybetmişler. Diğeri yan küvözüne geldi. Anneyle sürekli karşılaşıyorduk. Benim gibi sık sık ziyaret ediyordu oğlunu. Bir gün sohbet ederken, yan küvözdeki down sendromlu bebek için; "o da bir mucize" dedi. "Hepsi yaşasın bebeklerin... " Düşündüm, ben aynı tepkiyi verebilir miyim diye!

İstanbul'a geldikten sonra ilk Özel Gaziosmanpaşa Hastanesinde yer bulmuştuk. 11 gün orda kaldın. Birgün ben senin yanındayken yan küvözde kalan bebeğin annesi ile karşılaştık. Kadın 40'lı yaşlarındaydı. Küvözde yatan bebek 3. kızıymış. İlk ikisi 15--20'li yaşlarda genç kız imiş. Bu bebek sonradan sürpriz olmuş... Bana "ben evi temizledim ondan erken doğum yaptım" dedi. "Siz neden erken doğurdunuz?" "Dekolman" dedim. Baktı yüzüme... "Plasentanın erken ayrılması" dedim. Bakmaya devam etti. Konuyu değiştirdim...

Marmara Üniversitesi Hastanesinde kalırken, bütün gün seni görmeme sadece 1 kez izin verdikleri halde ben bütün gün hastanede kalıyordum. Laboratuara götürülmesi gereken kan, alınması gereken ilaç, çıkartılması gereken rapor vs oluyordu. Bu sırada emzirme odasını sık sık kullanıyordum süt sağmak için. Bir sürü anne ile tanıştım o odada. Bunlardan biri de Kadriye idi. 2. çocuğunu erken doğurmuş Kadriye. Down sendromlu ve kalbinde problem olan bir bebekleri kalıyordu yoğun bakımda. Sohbet ederken; "hamileyken farketmediniz mi" diye sordum. "Öğrendik ama ben aldırmadım" dedi, gayet kendinden emin. Saygı duydum Kadriye'ye. 2 ay hastanedeydi her gün Kadriye ve eşi Hakan. Oğulları için koşturdular ama maalesef kaybettiler kurban bayramının 1. günü. Hep sordum, hala da soruyorum, ben olsam bile bile doğurabilir miydim diye...

Beyin cerrahisi servisinde kalırken kaldığımız odada 2 yatak vardı. Birinde biz kalıyorduk. Diğer yatağa kaldığımız dönemde 4 farklı çocuk geldi anneleri ile. İlk gelen Seçildi, oğlu Muhammet ile. Benim için çok büyük şoktu onları tanımak. Muhammet 12 yaşındaydı. Hidrosefalisi anne karnında gelişmiş, Seçil bunu hamileliğinin 7. ayında öğrenmişti. Muhammet ağır mental retardasyonu olan bir çocuktu. 9 yaşında yürüyebilmiş, çevreyle iletişimi nerdeyse yok, 2 kelimelik cümleler kuruyor ama anlamsız vb... İlk defa hidrosefalili bir çocukla karşılaşıyordum. Üstelik hastalığın etkilerinin çok ağır olduğu bir çocukla... Seçil'e başka çocuğunun olup olmadığını sordum. 9 yaşında bir oğlu daha varmış. O da otistikmiş... Beterin beteri var diye boşuna dememişler galiba... Seçil'in onca yaşadığına rağmen hala güleryüzlü ve pozitif olmasını çok takdir ettim...

Hiç yorum yok: